17 Şubat 2011 Perşembe

Kuzeye yolculuğumuz

Haftanın ilk gününe faaliyetle başlamak çok keyifli olacaktı. Sabah erkenden kalkıp çantamı hazırlamaya başladım. İki saat gibi bir sürede nihayet hazırlana bilmiştim. Dışarı çıktığımda pamuk gibi yağan karla karşılaştım. Doğa sanki ona geleceğimizi anlamış. En güzel kıyafetlerini giyiyordu.
Erhan ın malzeme eksiği olabileceğini düşünüp. Ek bere eldiven aldım.
Erhan beni bekliyordu geç kalmıştım. Çok beklemeden Üsküp e giden araca biniyoruz. Kırklareli nden yarım saat te bir araç bulunabiliyor. Üsküp te Armutveren e doğru giden yolun başındaki kahveye çantalarımızı bırakıp yol kenarında beklemeye koyuluyoruz. Araç geçmiyor. Uzun süre sıra ile bekledik. Biraz ben ısınıyorum biraz Erhan. Saat 13.00 olmuştu. Nerdeyse Üsküp teki herkes sırayla bize çay ısmarlıyordu. Öğlen civarı okulun öğretmeni geldi onla çay içip sohbet ettiğimiz esnada o yöne giden bir araç görüyorum çayımdan bir yudum almıştım henüz. Fırlayıp durduruyorum aracı. Sohbetimizi yarıda bırakıp. Aracın kasasına atladık. Manavcı Çukurpınar a kadar gidecekti ama birazda olsa yol almak iyi oldu. Çukupınar da inince manavcı amcadan dayanamayıp kestane havuç ve biber aldık. Çok güzel ürünleri vardı. Çukurpınar da kahvede bekliyoruz. Yine araç geçmiyor. Saat 15.00 gibi okul servisi geçiyormuş Armut veren köyüne. En kötü onlara gideriz diye geçiriyoruz aklımızdan. Saat 14.30 gibi köye bir satıcı geliyor. Doğal ürünler satıyorlar. Bitkilerden yapılan kremler falan. Onlarla Armutveren köyüne kadar gidiyoruz. Köy girişinde indik. Düşünmeden içime çekebileceğim mükemmel berrak bir hava. Bizi selamlayan kuşlar etrafta uçuşmaya ötüşmeye başladılar.
İncesırt köyüne doğru yürümeye başladık. Rotamızı kaydetmek için saatimin gpsini açtım. Yaşlı bir çobana rastladık köprünün başında. Sırtımızda çantalar bizi görünce hikayemizi merak etti. Bizde ince sırta giden kestirme yolun tarifini aldık. köprüden sonra kestirme yolu kullandık. Bu sayede hem 2 km az yürüdük hemde etrafımızda yaprakları dökülmüş meşe ağaçlarının manzarası bize eşlik etti. Köy çeşmesinden suyumuzu doldurduk. Kahveye aldığım gazeteyi bıraktım. Gördüğümüz bir kaç köylü ile selamlaşıp yolumuza devam ettik. Hava kararmadan epey bir yol alıp. Uygun bir yere kamp yapmak istiyorduk. Daha önce bahar aylarında yürüdüğüm bir patikadan gitmek istiyordum. Patika etrafında çok kadim ağaçlar vardı. Eski yaşamdan kalma yerleşimlerin taş kalıntıları arasında güzel bir patika. Patikayı tutturuyorum. İlk molamızı etrafını sarmaşıkların sardığı iki ulu ağacın arasında veriyoruz. Hava yumuşak. Kendimi çok hafif hissediyoruum yürürken. Belkide uzayda boşlukta yürümek böyle bir şey. Mutlak huzur içerisindeyim. Ağaç dallarından sarkan likenler büyülüyor beni. Erhandan makineyi alıp bir kaç fotoğraf çekiyorum. Daha önce buraya gelmiş olmama rağmen. Etrafta gördüğüm her şey bana yeni doğan çocuğun dünyayı keşfetmesi gibi bir his veriyor. Büyüsüne kapılıyorum. Erhan la sürekli bu olağan üstü yeri yorumlamaya çalışıyoruz. Yerde bir hayvanın tüylerine rastlıyoruz. Yer yer görülüyor. içimizde merak uyanıyor. Çözülmesi imkansız bir matematik denklemi gibi geçtiğimiz yerler. Zihnim allak bullak. Sonunda patikamızın bittiği orman yolunun başladığı yıkılmış bir askeri karakolun yanına vardık. Daha önce kullandığım yol yerine yeni bir yola kullanmayı tercih ediyoruz. Daha kestirme oluyor. Ve kamp yapmak istediğim çeşmenin yanına varıyoruz. İkibuçuk saatte vardık. Yürümeye başladığımız Armut veren köyünden burası 8.5 km. Yağmur yağacak gibi. Etraftan hava kararmadan önce biraz odun topladık. Ben çadırı kurdum. Çeşmenin yanında daha önce maktacılardan kalma ateş yakılmış alanı kullandık. Ufak bir ateş yaktık. Erhan fotoğraf çekerken bende bir daldan kaşık yaptım. Annemin evde yapmış olduğu akıtma, haşlanmış patates, yumurta ve biraz peynirle ufak bir atıştırma yaptık. Çantaları çadırın içine yerleştirip ateşin başına verdik kendimizi. Yana biraz kor çektim. Kremalı mantar çorbası ve çay pişirdim. Soğukta çok iyi geldi. Çorba yavaş piştiğinden çok lezzetli olmuştu.
Ateşi söndürüp çadırımıza girdik. Erhan hemen uykuya daldı. Ben biraz kitap okudum. Yanımda Charles Bukowskinin Pis Moruğun Notları vardı. Kapatıp bende uyumayı denedim.
Bir türlü dalamadım uykuya. Erhanı düşünüyordum bir yandan. Onun matı yoktu. Bense şişme yatak çokta konforlu bir uyku tulumundaydım. Erhan a sürekli üşüyüp üşümediğini soruyordum. Vicdanım rahatsızdı. Erhan ın iyi olduğunu ikna olduktan sonra kendimi uyumaya zorladım. Bir ara daldım. Sonra yağışla uyandım. Yağışın çadırımızda çıkardığı ritmik gürültüye rağmen uyumayı başardım. Gece çok sık toletim geldi. Erhan da bende bir iki kez dışarı çıktık. Kar başlamıştı. Bu güzeldi.
Sabah uyandığımda tulumdan çıkmak istemedim. Tulumun dışı soğuktu. :)
Çadırın içinde haşlanmış patates, yumurta ve peynirle kahvaltımızı yaptık. Çadırımızı toplayıp kuzeye doğru yolumuza devam ettik. Köyden sonra hep kuzeye ilerledik. Bulgaristan ile aramızda sınır oluşturan dereye kadar gittik. Doğa orda muhteşemdi. El değmemiş. Yalnız bırakılmış. Sanatı konusunda özgürdü. Kimsenin müdahalesi olmadan şekillendirmişti kendini. Kendi tarzı vardı. Irmağın içindeki herşeyi görebiliyordunuz. Çok cesurdu ırmak. Özgürce akıyordu. Kendine güveni tam. Ona direnmeye çalışan ağaçlara sarılmış yosunlar, mantarlar, sarmaşıklar. Onunla hayat bulmaya çalışıyorlardı. Burada mükemmel bir denge oluşmuş. Her canlı omuz omuza. Kayaların altına oyulmuş ufak yuvalar gözüme çarpıyor. Kimbilir hangi canlıya ait diye geçiriyorum içimden. Ne yazıkki şehre dönmemiz gerekiyor. Erhan etrafı fotoğraflıyor. Acele etmesi için onu uyarıyorum. Bir yandanda her şeyi görüntülemesini istiyorum.
Erhan Volcan köprüsünede gitmek istiyor. Vaktimizin yeteceğinde şüpheliyim. Suyun kenarından izlemeye karar veriyoruz. Irmağın kenarı biraz riskli. Her tarafta kar ve buz. Yüzeyler çok kaygan. Sırtımdaki çantayla suya düşmek istemiyorum. Epey bir ilerledik. Köprünün ne kadar uzağımızda olduğunu bilmiyoruz. Sonunda karşımıza geçemeyeceğimiz bir yer çıktı. Eğimin izin verdiği bir yerden tırmandık. Çok yürümeden Erhan buraları hatırladı. Aşağı doğru inen dikey bir mağaranın yakınından geçip ırmağa doğru tekrar geri indik. Sonunda zafer. Sağ tarafımızda köprüyü gördük. Uzun süre denizde kalıp karayı gören denizciler kadar sevindik. Fazla oyalanmak istemiyordum. Erhan köprünün fotoğraflarını çekti. Birlikte Erhan ın askerden önce son hatıra fotoğrafımızıda çekilip. Yolumuza devam ettik. Amacımız Boztaş köyüne devam etmekti. Saat geç olmuştu. Boztaştan Kırklareli ne araç bulmamız zor olduğundan kısa yoldan İncesırt köyüne geri dönmeye karar verdik. Haritaya baktım. güzel bir yol görünüyordu. Onu kullanıp. Dönmeye karar verdik. Hata yaptığımızı yolda ilerledikten sonra farkettik. Yol çok kötüydü. Sanki yıllar sonra kullanan tek kişi bizdik. Yolun her yerinde ağaçlar çıkmıştı. İlerlemek çok zor oldu. Yer yer toprak kaymıştı. Kapanmıştı. Saatimdeki Gps Akşam kamp yaptığımız yere yakın olduğumuz gösteriyordu. Eğimli de olsa zamandan kazanmak için kestirdik. Sol dizim acı çekmeye başladı. Neredeyse 20 km yürümüştük sırtımdaki yükle. Buradaki eğimde artık dizim isyana başladı. Tekrar kamp yerimize geldiğimiz yola vardık. Kısa bir su molası verip. Durmadan ilerledik. Erhan önden gidiyordu. Dizim baya kötü durumdaydı. Batonsuz ilerleyemiyordum. Saat 15.30 gibi köye vardık. Köy kahvesinde ikram edilen çayımızı yudumlayıp. Yola koyuldum. Ben çayımı hızlı içtip. Erhan benden hızlı ilerlediğinden ben ondan önce çıktım. Erhan beni yakalayıp geçti. Bir araç sesi duydum Erhana seslendim. Ama araç durmadı. Belkide bu buradan geçen tek araçtı bugün. Üzgün isyanlarda bir şekilde yürümeye devam ettik. Armut verene yaklaştığımızda bir araç geliyordu arkadan. Bizi Çukurpınar köyüne getiren manavcı amcaydı bu. El salladık durdu. Oda bizim geldiğimiz gün Boztaş a gitmiş orda gecelemiş dönüyordu. Sürekli bu yollarda olduğunu söyledi bize. Çok minnettardık. Üsküp e kadar geldik. Manavcı amca bizi bırakmadı. Çay ikram etti. Saat 18.00 Üsküp arabasıyla Kırklareli ne geldik.
Yine arkamızda bıraktık doğayı. Kar, soğuk, yağmur, çamur orda kaldı. Ayak izlerimiz orda. Zihnimiz orda. Yüreğimiz orda. Kuzeyde.



Dizim isyanlarda son demlerim. Eğim beni çok yordu.




Yol kullanılmadığından doğa onu bu hale getirmiş.



Yolun en iyi hallerinden bir kare genelde yol uzun süre kullanılmadığından yolun üzerinde ağaçlar çıkmıştı.



Dönüş yolu. İnce sırta dönüşe geçtik.



Sonunda Volcan köprüsüne vardık.



Erhan la askerden önce son hatıra fotoğrafımız.



Patikamızı kaplayan yosunların üzerinden ilerliyoruz. Doğa bizi onurlandırıp yeşil halılar sermişti önümüze.



Bazı yerlerde ırmağın kenarında ilerlemek mümkün olabiliyor.



Bazen eğim çok fazla oluyor o yüzden bir yolunu bulup suyun kenarından gitmek en iyi tercih oluyor.



Enfes yerlerden biri baharda burası mükemmel oluyor.





Bazı yerlerde ırmak irili ufaklı şelaleler oluşturuyor. Erhan ın çektiği güzel karelerden bir tanesi.




Bazen kelimeler anlatmaya yetmez. Suyun berraklığını görmenizi isterdim. Fotoğraftakinden bile daha berrak.



Maktacıların daha önce kullandığı çeşme yanında bir barakanın yanında ateşimizi yaktık. Çay, çorba ve kestane gecemizi renklendiriyor.







Elime makineyi alıp bir kaç karede ben çekiyorum. Köyden kuzeye ilelediğimizde ulu kadim ağaçların yanından geçiyoruz.





Henüz bahar gelmemesine rağmen dağ menekşeleri güneşe aldanıp topraktan fırlamışlar.










İlk molamız. Biraz su içiyorum. Fındık ve kuru üzümdende atıştırıp yolumuza devam ediyoruz.

11 Şubat 2011 Cuma

Suyun İzinden


Çağlayık Dereköy arasındaki eski köy yolu. Yol buz tutmuştu. Sürekli eğim çıktığımızdan faaliyetimizin bu kısmı çok yorucu oldu.



Daha önce bu taraflarda görmediğimiz bir mantarla karşılaştık.



Ağaç kakanlar sanki orman işçisi gibi çalışmışlar. Ağaç paramparça edilmiş.



Her tarafta kar vardı. Spor ayakkabılarım baya ıslandı. Doğada üşümüyordum. Burada kendimi ona uyduruyordum bir şekilde. Onunla uyumu öğrenmiştim belkide.



Derenin kenarında rastladığımız mağradan sızan sular donup sarkıtlar oluşturmuş.



Erhan çek beni. Burasını çok sevdim. Yazın gelip frictionlarımla bouldering yapmak istiyorum.



Burda ufak bir seksi durum oluşmuş.



Devrilmiş ağaçlar üzerinde akrobasi yaparken.



Normalde geçmiyeceğim yerlerden geçiyorum.



Bazen derenin kenarından geçemedik. Ufak tırmanışlarla durumu kurtardık.



Kayalar buz tutmuştu. Batonlarım olmasa suyu boylamıştım.



Ucuz yırttığım bir an.







Askere gideceğinden Erhan düşünceli :)


Ateşin başında köy sakinleri ile sohbet esnasından bir kare.





Mehmet abi bizim için ateşler yaktı. Çay demledi. Sayesinde keyifli bir gece geçirip ilk günün yorgunluğunu attık.





Çok güzel patikalara rastladık.



Uh yine karşıya geçmek için ter dökerken. Neyseki kaza geçirmeden atlattım.







Fotoğrafları çeken gazeteci arkadaşım Erhan BAYCAN.






Mehbet abinin verdiği çizmeler ile karşıdan karşıya ıslanmadan geçmeye çalıştık. Akıntı fazlaydı. Az bişey ıslanarak durumu atlattım.




İlk molamız. Bütan ocağımla çay yapmaya çalışıyorum.







Bu arıların balları çok lezzetli. Tatlarına bizzat baktık.


Doğaya çıkmak için sabırsızlanıyordum. Önadım gazetesinden arkadaşım Erhan BAYCAN ile Çağlayık köyü civarında yürüyüş planladık. Sabah erkenden Amcam ile Armağan köyüne oradanda köylerden süt toplamaya giden süt komyonu ile Çağlayık köyüne geçtik. Köyde çantalarımız Mehmet abinin evine bırakıp. Yürüyüşe koyulduk. Ne olur ne olmaz diye Mehmet abi bize bir çiftte çizme verdi.
Köyün kuzeyinden ilerlemeye başladık. Hatırlayıp saatimin gpsini açıyorum rotayı kaydetmesi için. İlk defa yürüyoruz burayı bu sefer elimizde harita ve pusula yok. Saatimin gpsine güveniyorum. Karşımıza ne çıkacağı belli değil. Bulgaristana doğru ilerliyoruz sonra ufak bir dereyi kesiyor yolumuz hemen oracıkta güzel şelaleler yapıyor dere. Erhan şelalede bir kaç fotoğraf çekiyor. Suyu izlemeye karar veriyoruz.
Her yer kara bulanmış. Ayağımda her yeri yırıklarla dolu spor ayakkabılarım. Yıllara ve yollara direnmeye devam ediyor. Yinede yürüdükçe ayaklarımın üşüdüğünü hissetmiyorum. Etrafta kardan dolayı çokça hayvan izine rastlıyoruz. Henüz ne olduğunu bilmiyorum. Takip edip yuvalarını buluyoruz. Pekçok yuva yapmışlar etrafa. Okadar manzaralı evleri var kiÜ; şaşırıp kalıyorum. Zorda olsa uçurumdan sarkınıp ufak mağracıklarının içine bakıyoruz. Ortada yoklar. Yola devam ederken çok güzel şelalelere rastlıyoruz. Doğanın sanatı karşımızda. Cam gibi sular etrafındaki güzellikleri bize yansıtıyor. Bir yerde çay yapmak için mola veriyoruz. Kamp ocağını yakıyorum su kaynamadan ocaktaki gaz biti veriyor. Dün gece çantaya koyarken vidası gevşeyip tüm gaz boşalmış olmalı. Buda bir tecrübe oluyor. Bundan sonra çantayı yerleştiriken ona dikkat etmeliyim. Yola devam bizde doğal kaynak suyu içiyoruz. Karnımız açıktı güneş gören bir yerde mola vermek istiyoruz. Çok geçmeden ufak deremiz büyük bir dereyle birleşiyor. Dere yatağının genişlediği yerde kumulların üstüne seriyoruz soframızı. Menümüz sağlam: haşlanmış patetes, yumurta, peynir, ev yapımı salça, biber,domates ve soğanla kendimize ziyafet çekiyoruz. Su dingin ve berrak. Sürüklenen yapraklar harici yalnız görünüyor. Ona dalıp gidiyorum. Gece gökyüzünü gözlemlemek gibi. Ritmimizi doğaya uyduruyoruz. Acelemiz yok. Beyaz balıkçıl kuşu görüyoruz. Erhan fotoğraflamaya çalışıyor. Nafile bizi görürgörmez uçuyor. İnsanlardan çok korkuyor. Yanına 100 metreden daha yakına yaklaşamıyoruz. Balıkçılı gördüğümüz yerde toplu balıklara rastlıyoruz suda akıntının karşında birlikte durarak direnmeye çalışıyorlar. Çağlayık ile Karabağlar köyünü bağlayan yoldaki köprüye varıyoruz. Köprüyü geçip yola devam ediyoruz. Yolumuzu su kesiyor karşısına geçmeliyiz. Akıntı fazla. Mehmet abinin bize verdiği çizmeleri kullanmaya karar veriyoruz. Sırayla karşıdan karşıya geçiyoruz. Neyseki fazla ıslanmadan bu kısmıda atlatıyoruz. Sular akıp sırayla birleşiyorlar. Kaynaklardan derelere, derelerden nehirlere, nehirlerden denizlere, denizlerden okyanuslara. Dereden ayrılıp ormanın içlerine ilerliyoruz. Erhan bir çağlayan sesi duyuyor. Yoldan ayrılıp tekrar suyu izlemeye başlıyoruz. Su toprağı öyle güzel şekillendirmişki kendimizi bir türlü ilerlemeye ikna edemedik. Işığın kaybolmasını bekledik. Erhan uzun pozlama fotoğraflar çekti. Yukarılara doğru çıktıkça manzaramız dahada güzelleşiyordu. Kayaların arasından sızan kaynaklara rastladık. Kaynağın yukarısında çok tatlı bir patika görüyorum. Bakmak için yukarı tırmandığımda aşağı doğru inen dikey bir mağra görüyorum. Hava nerdeyse karardı. Saatimden başlangıç noktamıza bakıyorum. Yaklaşık 1 km yakınız köye. Her nekadar geçilmezde görünse meşeliğin içine dalı veriyoruz. Çok geçmeden köpek seslerini, köyün camisinden okunan ezan sesini duyuyoruz. Ve sonunda köye vardık. Mehmet abiyi bizim için yaktığı kamp ateşini beslerken bulduk. Bu yorgun argın ormandan dönen üşümüz bedenlerimiz için paha biçilemez bir iyilikti. O ateş ile uğraşırken bizde köyün kahvesinde sıcak bir çay içmeye gittik. Dönüşte Mehmet abi açlık durumumuzu sordu. Erhan idare edebilir durumdaydı. Ben baya açtım. Mehmet abinin eşi bizim için bir şeyler hazırladı. Her halde menü için hayal ettiğim herşey vardı sofrada. Hatta orman balı bile vardı. Islak üstümüzü değiştirdik. Ateşin başına geçtik. Karnımız tok üzerimizde kuru kıyafetlerle ateşin başında sefaya daldık. Mehmet abi semaverde çayı hazırladı. İlerleyen zamanlarda köyün diğer sakinleride ateşin başına gelmeye başladırlar. Sohbet koyulaştı. Sohbetle birlikte yana çekilen korlarla pişirilen tavuk parçaları sohbetimizi taçlandırdı. Saat ilerledikçe eksildik. Mehmet abi bizim dışarıda yatmamıza müsade etmedi. Bizim için evinin kapılarını açtı. Meşe odunu ile yanan sıcacık sobamız eşliğinde uykumuz çok keyifli geçti. Sabah erkenden kalkıp eşyalarımızı toparladık. Yola çıkmaya hazırlanırken Mehmet abinin bir komşusu bizi çaya davet etti. Kırmayıp evine konuk olduk. Ordan çıkarken Mehmet abi bizi kahvaltıya davet etti. Süt teklif edince red edemedik. Ev yapımı pekmez, süt, orman balı ile mükkemmel bir kahvaltı daha ettik. Sonunda tıkabasa bir karınla yola çıktık. Biri daha bizi görüp kahvaltıya davet edicek diye endişelendim doğrusu. Hedefimizde Çağlayık taki koca derenin menderes yaptığı yeri uçurumdan gören güzel bir tepe vardı. Oraya ulaşıp manzarada fotoğraflar çekildik. Aşağı vadiye inip Kocadere ile birleşen dereyi izledik. Dere üzerinde mükemmel manzaralar ile karşılaşıyorduk. Erhan bana akrobasi yaptırıyordu. Ona modellik yapmak için devrilmiş ağaç gövdelerine tırmanıp tehlikeli geçişler yaptım. karşımıza üzerinde şelale akan birde mağra çıktı. Akan sular sarkıt oluşturmuş. Güzel bir manzara sunuyordu. Bir süre daha dereyi izledikten sonra irtifa kazanıp Dereköy yoluna doğru ilerlemeye karar verdik. Çağlayık köyünü Dereköy e bağlayan eski yoldan baya yürüdük. Çok yorucu geldi. Rastladığımız bir çeşmede mola verip biraz atıştırdık. Toparlanıp yürümeye başlayalı daha 1 km olmadan bir araca rastladık. Ona otostop yapıp Kırklareli ne vardık. Gezimiz keyifli şekilde sonlanmıştı. O yolda araca rastlamak büyük şans olmuştu bizim için. Üstelik yolculuk sırasında madencilikle ilgili pekçok bilgide edindik.
Arkamızda güzel bir faaliyet bıraktık. Güzel insanlar tanıdık. Gördük geçirdik.
Şehirden sıyrılıp doğanın ve doğal insanların evlerine konuk olduk.
Bu anımızı ve fotoğraflarımızı sizlerin beğenisine sunuyorum.
Doğa en büyük öğretmendir. Herkesi doğada vakit geçirmeye davet ediyorum.