11 Şubat 2011 Cuma

Suyun İzinden


Çağlayık Dereköy arasındaki eski köy yolu. Yol buz tutmuştu. Sürekli eğim çıktığımızdan faaliyetimizin bu kısmı çok yorucu oldu.



Daha önce bu taraflarda görmediğimiz bir mantarla karşılaştık.



Ağaç kakanlar sanki orman işçisi gibi çalışmışlar. Ağaç paramparça edilmiş.



Her tarafta kar vardı. Spor ayakkabılarım baya ıslandı. Doğada üşümüyordum. Burada kendimi ona uyduruyordum bir şekilde. Onunla uyumu öğrenmiştim belkide.



Derenin kenarında rastladığımız mağradan sızan sular donup sarkıtlar oluşturmuş.



Erhan çek beni. Burasını çok sevdim. Yazın gelip frictionlarımla bouldering yapmak istiyorum.



Burda ufak bir seksi durum oluşmuş.



Devrilmiş ağaçlar üzerinde akrobasi yaparken.



Normalde geçmiyeceğim yerlerden geçiyorum.



Bazen derenin kenarından geçemedik. Ufak tırmanışlarla durumu kurtardık.



Kayalar buz tutmuştu. Batonlarım olmasa suyu boylamıştım.



Ucuz yırttığım bir an.







Askere gideceğinden Erhan düşünceli :)


Ateşin başında köy sakinleri ile sohbet esnasından bir kare.





Mehmet abi bizim için ateşler yaktı. Çay demledi. Sayesinde keyifli bir gece geçirip ilk günün yorgunluğunu attık.





Çok güzel patikalara rastladık.



Uh yine karşıya geçmek için ter dökerken. Neyseki kaza geçirmeden atlattım.







Fotoğrafları çeken gazeteci arkadaşım Erhan BAYCAN.






Mehbet abinin verdiği çizmeler ile karşıdan karşıya ıslanmadan geçmeye çalıştık. Akıntı fazlaydı. Az bişey ıslanarak durumu atlattım.




İlk molamız. Bütan ocağımla çay yapmaya çalışıyorum.







Bu arıların balları çok lezzetli. Tatlarına bizzat baktık.


Doğaya çıkmak için sabırsızlanıyordum. Önadım gazetesinden arkadaşım Erhan BAYCAN ile Çağlayık köyü civarında yürüyüş planladık. Sabah erkenden Amcam ile Armağan köyüne oradanda köylerden süt toplamaya giden süt komyonu ile Çağlayık köyüne geçtik. Köyde çantalarımız Mehmet abinin evine bırakıp. Yürüyüşe koyulduk. Ne olur ne olmaz diye Mehmet abi bize bir çiftte çizme verdi.
Köyün kuzeyinden ilerlemeye başladık. Hatırlayıp saatimin gpsini açıyorum rotayı kaydetmesi için. İlk defa yürüyoruz burayı bu sefer elimizde harita ve pusula yok. Saatimin gpsine güveniyorum. Karşımıza ne çıkacağı belli değil. Bulgaristana doğru ilerliyoruz sonra ufak bir dereyi kesiyor yolumuz hemen oracıkta güzel şelaleler yapıyor dere. Erhan şelalede bir kaç fotoğraf çekiyor. Suyu izlemeye karar veriyoruz.
Her yer kara bulanmış. Ayağımda her yeri yırıklarla dolu spor ayakkabılarım. Yıllara ve yollara direnmeye devam ediyor. Yinede yürüdükçe ayaklarımın üşüdüğünü hissetmiyorum. Etrafta kardan dolayı çokça hayvan izine rastlıyoruz. Henüz ne olduğunu bilmiyorum. Takip edip yuvalarını buluyoruz. Pekçok yuva yapmışlar etrafa. Okadar manzaralı evleri var kiÜ; şaşırıp kalıyorum. Zorda olsa uçurumdan sarkınıp ufak mağracıklarının içine bakıyoruz. Ortada yoklar. Yola devam ederken çok güzel şelalelere rastlıyoruz. Doğanın sanatı karşımızda. Cam gibi sular etrafındaki güzellikleri bize yansıtıyor. Bir yerde çay yapmak için mola veriyoruz. Kamp ocağını yakıyorum su kaynamadan ocaktaki gaz biti veriyor. Dün gece çantaya koyarken vidası gevşeyip tüm gaz boşalmış olmalı. Buda bir tecrübe oluyor. Bundan sonra çantayı yerleştiriken ona dikkat etmeliyim. Yola devam bizde doğal kaynak suyu içiyoruz. Karnımız açıktı güneş gören bir yerde mola vermek istiyoruz. Çok geçmeden ufak deremiz büyük bir dereyle birleşiyor. Dere yatağının genişlediği yerde kumulların üstüne seriyoruz soframızı. Menümüz sağlam: haşlanmış patetes, yumurta, peynir, ev yapımı salça, biber,domates ve soğanla kendimize ziyafet çekiyoruz. Su dingin ve berrak. Sürüklenen yapraklar harici yalnız görünüyor. Ona dalıp gidiyorum. Gece gökyüzünü gözlemlemek gibi. Ritmimizi doğaya uyduruyoruz. Acelemiz yok. Beyaz balıkçıl kuşu görüyoruz. Erhan fotoğraflamaya çalışıyor. Nafile bizi görürgörmez uçuyor. İnsanlardan çok korkuyor. Yanına 100 metreden daha yakına yaklaşamıyoruz. Balıkçılı gördüğümüz yerde toplu balıklara rastlıyoruz suda akıntının karşında birlikte durarak direnmeye çalışıyorlar. Çağlayık ile Karabağlar köyünü bağlayan yoldaki köprüye varıyoruz. Köprüyü geçip yola devam ediyoruz. Yolumuzu su kesiyor karşısına geçmeliyiz. Akıntı fazla. Mehmet abinin bize verdiği çizmeleri kullanmaya karar veriyoruz. Sırayla karşıdan karşıya geçiyoruz. Neyseki fazla ıslanmadan bu kısmıda atlatıyoruz. Sular akıp sırayla birleşiyorlar. Kaynaklardan derelere, derelerden nehirlere, nehirlerden denizlere, denizlerden okyanuslara. Dereden ayrılıp ormanın içlerine ilerliyoruz. Erhan bir çağlayan sesi duyuyor. Yoldan ayrılıp tekrar suyu izlemeye başlıyoruz. Su toprağı öyle güzel şekillendirmişki kendimizi bir türlü ilerlemeye ikna edemedik. Işığın kaybolmasını bekledik. Erhan uzun pozlama fotoğraflar çekti. Yukarılara doğru çıktıkça manzaramız dahada güzelleşiyordu. Kayaların arasından sızan kaynaklara rastladık. Kaynağın yukarısında çok tatlı bir patika görüyorum. Bakmak için yukarı tırmandığımda aşağı doğru inen dikey bir mağra görüyorum. Hava nerdeyse karardı. Saatimden başlangıç noktamıza bakıyorum. Yaklaşık 1 km yakınız köye. Her nekadar geçilmezde görünse meşeliğin içine dalı veriyoruz. Çok geçmeden köpek seslerini, köyün camisinden okunan ezan sesini duyuyoruz. Ve sonunda köye vardık. Mehmet abiyi bizim için yaktığı kamp ateşini beslerken bulduk. Bu yorgun argın ormandan dönen üşümüz bedenlerimiz için paha biçilemez bir iyilikti. O ateş ile uğraşırken bizde köyün kahvesinde sıcak bir çay içmeye gittik. Dönüşte Mehmet abi açlık durumumuzu sordu. Erhan idare edebilir durumdaydı. Ben baya açtım. Mehmet abinin eşi bizim için bir şeyler hazırladı. Her halde menü için hayal ettiğim herşey vardı sofrada. Hatta orman balı bile vardı. Islak üstümüzü değiştirdik. Ateşin başına geçtik. Karnımız tok üzerimizde kuru kıyafetlerle ateşin başında sefaya daldık. Mehmet abi semaverde çayı hazırladı. İlerleyen zamanlarda köyün diğer sakinleride ateşin başına gelmeye başladırlar. Sohbet koyulaştı. Sohbetle birlikte yana çekilen korlarla pişirilen tavuk parçaları sohbetimizi taçlandırdı. Saat ilerledikçe eksildik. Mehmet abi bizim dışarıda yatmamıza müsade etmedi. Bizim için evinin kapılarını açtı. Meşe odunu ile yanan sıcacık sobamız eşliğinde uykumuz çok keyifli geçti. Sabah erkenden kalkıp eşyalarımızı toparladık. Yola çıkmaya hazırlanırken Mehmet abinin bir komşusu bizi çaya davet etti. Kırmayıp evine konuk olduk. Ordan çıkarken Mehmet abi bizi kahvaltıya davet etti. Süt teklif edince red edemedik. Ev yapımı pekmez, süt, orman balı ile mükkemmel bir kahvaltı daha ettik. Sonunda tıkabasa bir karınla yola çıktık. Biri daha bizi görüp kahvaltıya davet edicek diye endişelendim doğrusu. Hedefimizde Çağlayık taki koca derenin menderes yaptığı yeri uçurumdan gören güzel bir tepe vardı. Oraya ulaşıp manzarada fotoğraflar çekildik. Aşağı vadiye inip Kocadere ile birleşen dereyi izledik. Dere üzerinde mükemmel manzaralar ile karşılaşıyorduk. Erhan bana akrobasi yaptırıyordu. Ona modellik yapmak için devrilmiş ağaç gövdelerine tırmanıp tehlikeli geçişler yaptım. karşımıza üzerinde şelale akan birde mağra çıktı. Akan sular sarkıt oluşturmuş. Güzel bir manzara sunuyordu. Bir süre daha dereyi izledikten sonra irtifa kazanıp Dereköy yoluna doğru ilerlemeye karar verdik. Çağlayık köyünü Dereköy e bağlayan eski yoldan baya yürüdük. Çok yorucu geldi. Rastladığımız bir çeşmede mola verip biraz atıştırdık. Toparlanıp yürümeye başlayalı daha 1 km olmadan bir araca rastladık. Ona otostop yapıp Kırklareli ne vardık. Gezimiz keyifli şekilde sonlanmıştı. O yolda araca rastlamak büyük şans olmuştu bizim için. Üstelik yolculuk sırasında madencilikle ilgili pekçok bilgide edindik.
Arkamızda güzel bir faaliyet bıraktık. Güzel insanlar tanıdık. Gördük geçirdik.
Şehirden sıyrılıp doğanın ve doğal insanların evlerine konuk olduk.
Bu anımızı ve fotoğraflarımızı sizlerin beğenisine sunuyorum.
Doğa en büyük öğretmendir. Herkesi doğada vakit geçirmeye davet ediyorum.

1 yorum:

Dilek Aslan dedi ki...

Suyun izi ve sesi rotayı çiziyor, armoni anlatılmaya değer gerçekten... Yüreğinize sağlık.
Sevgi ve Saygılarımla

Yorum Gönder